Saçlarını henüz yeni kestirmişti. Uzundu. Hala uzundu fakat çok az uçlarından aldırmıştı. Kestirdiği belli bile olmuyordu. Sinirlendiriciydi. Fark edilmek istiyordu. Bu yüzden gidip çiğ sarı rengine boyatmıştı. Neredeyse beyaz… Daha da boyatırsa saçlarından olabilirdi. Bunu göze almıştı. Fark edilmek hepsinden önemli geliyordu ona.

Şimdi çantasını almış tekrardan dışarı çıktı. Keyfi yerine geldi, yoldan geçenler ona bakıyordu. Fark edilmenin eşiğindeydi sanki. Hoşnutluğunun beyaz ışıltılı saçlarının içinde kaybolacaktı. Bir erkeğin fark etmesinden çok kadınların ona bakıp fark etmesini isterdi. Nedeni biliyordunuz her zaman ön planda olmalıydı.

Yaklaşmıştı çalıştığı yere karşıdan karşıya geçerken onu gördü, Nevin. Ne suratsızdı. Entel mi dese yoksa dantellerden mi hoşlanıyordu kendisinin asla bilip sahip olamayacağı bir şeydi. Sürekli iş yerinde ona iş veriyor bir de işleri gözünün önünde kontrol ettiriyordu. Çalışanları denetim altında tutmaya çalıştığını bütün paranoyakça yaklaşımlarına rağmen o butik avm de çalışmaya devam ediyordu. Neden orda çalıştığı sorulsa şöyle cevap verirdi: İnsanlarla konuşmak onlara yol göstermek hoşuna gidiyordu. Ne de olsa insanlar onu çağırdıkları zaman istediklerini almak için bilgi almak istiyor ya da bakarsınız ki anılarını anlatmaya başlıyorlardı. Bu isteklerini mümkün olduğunca uzunca tutmak isterdi. Kendisini müşterilere yaklaştırmak ve olur olmaz konulara dahil olmak hem işinin bir parçası hem de vazgeçilmesi mümkün olmayan dedikoduları da beraberinde getirirdi. Dedikodunun getirdiği rahatlatıcı etkisini fark etmişti. Başkalarının hayatlarına burnunu sokarken kendi eksikliklerini unutuyordu. Hep istediği model olmak hayalini biraz olsun başkalarının üzerinde dindiriyordu. Modellik demişken ajanslara yazılmıştı tabi ki arada sırada bazı butik giyim markaları için kendini göstermekten hiç çekincesi yoktu. Bilerek ve isteyerek kendini buna adamıştı. Şimdi ise Nevin’in emrinde çalışmak hiç hoşuna gitmiyordu. Kısa bir süreliğine buradan kurtulacağına inanmıştı.

Nevin’le selamlaşıp avmye girdi. Diğer çalışma arkadaşları gelmiş üstlerini değiştirmişlerdi. Herkes aynı tişörtü giyiyordu. Beyaz. Hiç hoşlanmadığı renkti. Çünkü saçlarını ortaya çıkarmıyor kendisini olduğundan biraz daha toplu gözükmesine neden olmuştu. Şimdi renklerin düzenine mi takılacaktı hiçte bile. Böyle olmasında hep Nevin’i suçlardı. Hâlbuki mağazanın rengi maviydi.

Saat on olmuştu. “Günaydın!” dedi diğer çalışanlara. Diğerleri de “Günaydın,” diyerek karşılık verdiler. Sıkılgan bıkkın tavırlarına karşılık ne diyeceğini bilemedi bir süre. Saçlarını fark eden olmamıştı…

Hemen üstünü başını değiştirdi. Bir yandan da günü nasıl idare edeceğini hesaplıyordu. Müşteriler, mağaza üstüne geliyordular. Yine de kendisini mutlu edecek bir sonraki hamlesine doğru yönelmişti. Makyaj malzemelerinin düzgün olup olmadığını bakmadan içlerinde belirdi birazını düzeltir gibi yapmaya başladı. Biri belirdi önünde henüz on altısında bir genç delikanlıydı. Yüzüne garip garip baktı. Sanki her bakışmanın bir manası varmış gibi. Dedi ki “Abla bana sevgilime alacağım güzel bir ruj önersene?” Göstermeye başladı tek tek her tonu rengi anlatıyordu bir yandan çocuğun dikkatini çekmediğini anlıyordu. “Bak, bunlar allık yanaklarına sürüyorsun hemen pembiş görüntü elde ediliyor istersen bunlardan al hem seçiciliği az renk var.” Çocuk yine dalgın dalgın bakıyordu. Onu daha fazla dinlemeyip çekip gitmişti bile. Sinirlerine dokunmuştu iyice. Nesi vardı bu milletin karşılaştığı herkeste bir problem varmış ama kendisine bunu belli etmemeye çalışır davranıyorlardı. İnsanların gözüne batmalar çıkmaları hoş karşılanacak değildi. Ne kadar yanlış anlaşılmaların ortasında kaldığını saptayamıyordu. Kendisini hala görünmez kabul ediyordu. Toplum tarafından kabul görülmek isterken yine çabaladığı tüm bu efor onun görünmezliğinin kabul edilmesine olanak tanıyordu. Katlanamazdı. Bu kadar görünmezlik ondan aşağılık duygularını da içinde barındırıyordu. Aşağılanmış bir kadını kimse kabul edemezdi. Kendi de kabul edemezdi. İşte yine Nevin geliyordu. Kim bilir ne imalı laflarla ona cümlelerini sıralayacak onu küçük düşürecek konuma sokacaktı. Aklına o an hücum eden cümleleri sıralayabilirdi: Karşıdaki tencerelerin içindeki çalışanın kendisinden daha sade giyindiğini onun diğer müşterilerle daha ilgili davrandığını, onun uygun olmayan koşullarda bile daha özverili çalıştığını… Nevin ise ona bakıp “Nasıl gidiyor çalışma, öğlen yemeğinde hamburger söyleyeceğiz sende ister misin?” “Tabi olur Nevin Hanım.” Bu neydi şimdi? Arkadaşlık kurmaya çalışan bir patron mu vardı karşısında.

Öğle yemeğinde yine bir sessizlik hakimdi. Nevin ona bakarak, “Ne güzel olmuş saçların, yeni mi yaptırdın?” dedi. Afallamıştı bir an içten içe çokta sevinmişti “Evet, teşekkür ederim.” Diyebildi sadece. Bu kadar mıydı? Hevesini almış mıydı yeni yaptırdığı saçlarından. Olmuştu işte fark edilmişti. Sonrasında diğer çalışma arkadaşları da saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylemişlerdi. Utanmamış aksine gururu okşanmıştı. Uğraşmıştı hepsi için… Gün sonuna yaklaşırken ayakta durmaktan yorulmuş bir halde evine özlemi artmıştı. Şimdi Nevin hesapları kontrol etmeye çağırmıştı herkesi. Her hafta bitiminde bu rutini yaptırırdı. Kendisini sinirlendirecek bir olay olup olmaması için zor duruma sokmamaya gayret ediyordu. Kendi köşesinde kalıp artık fark edilmek istemiyordu. Fark edilmenin ve dikkat çekmenin zorluğunu anlamıştı. Şimdi tüm gözler ondaydı sanki diğer çalışma arkadaşlarının sözünü kesmemeye gayret ediyordu. “Evet bir bakalım, Ayça sen daha önce makyaj bölümünde çalışmadın orada çalışmak ister misin?”

“Tabi,”

“Sen Emre kırtasiye bölümüne geç.” “Nevin sende tencere bölümüne geç.” Böylece hepsini farklı alanlara yerleştirmişti ve sonunda hatırladı Nevin kendisi değildi. Çalışanıydı.