Efsunla kararlaştırdığımız kafenin önüne geldik. Her hafta değişik bir kafe ziyareti yapıyorduk. Gün geçtikçe kafeler çoğalıyor ve kendilerine müşteri çekmek için türlü dizaynlar yapıyorlardı. Çok geçmeden de insanlar yeni açılan kafelere hücum ediyorlardı.

İçeri girdiğimizde bu seferki en delice olanıydı. İçeri de bir salıncak ve yanlarında ağaçlar… Gerçek ağaçlardı. Ağaçlardan süzülen yağmur damlaları oluşturuyordu. Puslu bir havada manzaraya bakıyor gibiydik. Büyülenmiştik. İkimizde çoğu insan gibi ağaçların yanlarından geçerken hayranlıkla bakıyor masalarda kendimize yer edinmeye çalışıyorduk. Fazla kalamıyordunuz en fazla bir saat. Rezerve etmeseydik giremezdik bile.

Çok kalabalık olmasına rağmen kimse birbirinin ne konuştuğunu duyamıyordu, sadece yağmur damlalarının çıkardığı sesler vardı. Efsun: “Çok harika değil mi? Sanki doğayla buluşmuşuz gibi geliyor.” Bir süre daha etrafı seyre daldık öylece. “Kesinlikle öyle, doğayla randevumuz varmış ve biz şimdi buluşmuşuz gibi,” dedim.

Garson hızlıca gelmişti yanımıza. ”Ne alırdınız?” Efsun şekerli türk kahvesi yanına limonlu cheesecake bense sade türk kahvesi istemiştim. Garson isteklerimizi alır almaz hemen uzaklaşmıştı yanımızdan. Efsun şaşırır tarzda bana bakarak: “Tatlı neden almadın?” “Ne biliyim canım istemedi hem şimdi tatlısı nasıl bilmiyoruz ki?” Gerçekten de oturduğumuz andan itibaren yemek yeme ihtiyacım bir anda kaçıvermişti, kafenin atmosferinde kalakalmıştım. “Hem sana söylemek istediğim bir şey vardı buluştuğumuz iyi oldu. Ben yine KPSS’den düşük almışım öğretmen olmak hayalim yine suya düştü ücretli öğretmenlikten de sıkıldım. Zaten öğrencilere de iyi gelmiyor, baksana her sene öğretmen değiştiriyorlar.” Bu konuşma beni hayal âleminden gerçek dünyaya çekmişti. “Ne yapmayı düşüyorsun?” diye sordum. “Bilmiyorum… Çıkmazdayım, her gün sayıklıyorum bu günde bitti diye, boğulduğumu hissediyorum. Yine elde var sıfırım.” “Sence bu çıkmazların sonuna yaklaşmış mıyızdır?” dedim. Biz büyüdükçe ve hayat akmaya devam ederken her sene artan sorunlarımız kafamın içini çığ gibi düşüncelere boğuyordum bende Efsun gibi. Kafenin buğulu damlaları bile gerçeği değiştirememişti.

Garson gelir gelmez kahveleri ve tatlıyı bıraktı masaya.” Başka istediğiniz bir şey?” “Hayır, teşekkürler.” Efsun duramadı hemen fotoğraflarını çekmeye başladı. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken, hiç durmadan bir süre böyle devam edecek sandım. “Yetmedi mi Efsun, elli kere çektin tatlıyı?” “Yok, yetti tamam şimdi yiyebilirim.” “Tatlı aşkın sadece fotoğraflamak içindi sanırım.” Bu iğnelemem onun hiç hoşuna gitmemişti. “Bahar sen ne olacaksın peki, bak kadın başına mühendis oldun erkekler seni aralarında istemiyor sürekli onlarla uğraşıp duruyorsun? Erkeklerle bir alıp veremediğin yok biliyorum fakat sürekli iş değiştiriyorsun?” Hiç düşünmeden: “Sadece bir kereliğini de olsa kendi işimde kendimi gösterebilmeyi isterdim. Haklısın erkeklerle anlaşamıyorum, onlara itici geliyor olabilirim, erkekler kadar akıllı olmak değildi hedefim. Hedefim sevdiğim işi yapabilmekti. Kimseye kafa tutmuyorum. Onlar kendilerini algıladıkları şekilde algılıyorlar. Kadınlara da itici geliyorum…” Efsun bana soğuk bakışlar fırlatıyordu. Herkeste olan soğuk bakışlar. Ne kadar süredir soğukta böyle kaldım Allah bilir. “Çoğu zaman sert çıkışıyorsun ama bu sefer haklı olabileceğini biliyorum. Çok çabalıyorsun belki onlardan daha fazla. Karşılığını alamıyorsun sadece. Bende.” Tekrar başımı ağaçlara çevirdim. Baktıkça içinde kaybolacakmışım hissi veren bir şeydi burası.

Düşüncelerimin arasında, “Ne yapacağımızı biliyorum. Biliyorum ne yapacağımızı,” dedi. Elimden tutup aniden kaldırdı yerimden, koşmaya başladık. Kafede herkes bize bakıyordu. Koşa koşa ağaçların yanına geldik. Nefes nefese kalmıştım. Hem utanmış çevreme bakamıyordum hem de kızmıştım. Efsun bir elini yağmur damlalarının altına uzattı “Hepsi yapay,” dedi. “Gerçekmiş diye düşünüyorduk oysa eminim buradaki herkes öyle sanır.” “Tatmin oldun mu, yapaylık değil bu mühendislik,” dedim. Gerçekçi düşünmeme hiçbir zaman katlanamazdı. Salıncağa oturdu. Bir iki sallanır gibi oldu. “Sence…” dedi. “Öğretmen olduğum zaman bütün bu çalışmama ve mücadeleme değecek mi? Çocuklarımın istedikleri gibi bir öğretmen olur muyum? Bir oh çeker miyim bütün bu insan yarıştırmalarının sonunda? Hak eden hak ettiği yere gelebilir mi?” Durup düşündüm bende salıncağın diğer yanına oturarak. “Dilerim ki hak ettiğimiz yerlerde oluruz. Kaçınmadan verdiğimiz onlarca emeğe bak çalışıp duruyoruz nereye gideceğimizi bilmeden başımızı kaldırmadan saatlerce çalışıyoruz belki de. Bunca insanın didinmesi uğraşası varken neden heba olsun tüm emeklerimiz. Elbette tüm her şeye değecek. Sen kendini bırakma yeter. Yorulursak dinlenecek bir yer buluruz elbet; bir ağacın altında, bir yağmur damlasın da ya da bir salıncakta.” Bu konuşma onu rahatlamış görünüyordu.

Tekrar masamıza dönüp buzdan kahvelerimizi bir içişte bitirmiştik. Tatlısını da Efsun beğenmemişti zaten. Kafeden çıkarken birbirimize sarılarak vedalaştık. “İyi ki varsın,” demişti. “İyi ki varsın,” dedim.

Etiketler:

, ,