Mavilikler… Elini yukarı kaldırıp maviliklere dokunmayı heveslenmişti. Sarının içinde. Yeşilin içinde. Kırmızının içindeki mavilikler. Işıklar delip geçiyordu içini sanki. Her bakış her içine çektiği havada bunu hissediyordu. Güzeldi bu duygu. Güzellik katıyordu. Tamam dedi bunu satın almalıyım. Ortadaki görevliye yaklaşarak tamam dedi bunu satın alıyorum. Görevli bir kâğıt yapıştırdı uzaklaşırken oradan: Nadide parçamızdır emin olduğum için, sizin gibi bir hanım efendiye çok uygun bir yapıt. Utanmıştı biran için ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra birden: Aslında hep canımın içi de cam olsun istemişimdir. Bu tabir görevliye tuhaf gelse bile anlayışla karşıladı.
Cam sergisiydi bu sergi fakat onun içinde başka duygular uyandırıyordu. Camdan şamdanlar, camdan yapboz parçaları, camdan minyatür kuleler, camdan sarkan gülen yüzler… Camın maddesini bildiği için miydi bu hayranlığı. Bu şekle girene kadar ateşlerden geçmesi miydi onu bu kadar güzel yapan?
Bir daha yürüyünce karşı köşede pusuya sinmiş bir çocuk çarptı gözüne. Yasak değil miydi çocukların girmesi? Nerden çıkmıştı ki bu çocuk? Ona doğru yaklaştıkça çocuk fark edildiğini anladı. Hala elinde yemekte olduğu çikolata vardı. Sordu: İsmin ne senin? Çocuk:” Deva.” Kadın:” Benimki de Umay. Güzel bir karşılaşma oldu. Annen nerede Deva?” Çocuk kendinden emin tavırla ‘Şurda’ diyerek parmağını uzatarak gösterdi. Annesi sergi moderatörüydü. Hala bitmemiş çikolatasıyla kadına bakarken:” Çikolatadan yemek istersen anneme söyle sana da alabilir.” Umay hoşnut bir şekilde: “Belki de bana elindekini paylaşmalısın,” dedi. Çocuk paylaşıp paylaşmama konusunda kararsızlık yaşadı. Çekingen yapısıyla kadına bir parça koparıp uzattı. Umay parçayı alıp ağzına attığında oluşan hissi ve paylaşma duygusunu bir yaşıyordu. Hepsi mutluluğun içinden delip geçerken çocuğa sergiyi birlikte dolaşmak istediğini söyledi. Çocuk teklifi red edemedi. Üzerinde giymiş olduğu tütülü mavi-sarı elbisesiyle sıra sıra sergi camlarını dolaşmaya başladılar.
Camların içinden geçerken mavi tütülü küçük kız çocuğu parlıyordu sanki. O an müthiş keman çalma isteği uyandı. Her zamankinden daha çok. Çocuk camlara odaklandıkça renkler büyüyordu gözünde. Güzelliği seyretmek gibi bir şeydi bu. Çocuklar doğuştan içsel parlaklıkla doğuyorlardı sanki. Mutluluğu çevrelerine hemen yansıtıyor gibiydiler. Şimdi ki haline bakınca bir zamanlarda kendisinin de çocuk olduğunu ve bu kadar güzelliği çevresine yayabiliyor muydu onu düşündü. Elbette ki her çocukluk aynı değildi, hele kendisi hiç değildi. Daha da içselleştiğini büyütüp notları hem kafasında hem dışarıya mırıldanmaya başladı. Çocuğun hoşuna gitmişti, eğlenceli bir kadın diye düşündü. Annesine benziyordu ilgisi. Mırıltılar eşliğinde seyre daldığı saydam gökkuşağı renklerine baka kalmıştı. Az sonra görevlinin yaklaşmakta olduğunu gördüler: “Anneniz sizi çağırıyor küçük hanım.” Çocuk canı sıkıla sıkıla görevlinin peşinden gitti.
Tekrar sergiyi dolaşmaya başladı. Farklı bir bölüme gelmişti. Kağıtlar tavandan sarkar biçimde karşıdaki kristal aynanın içinde dönüp duruyorlardı. Bir yazı oluşturma biçiminde rüzgar üflüyordu onları. “GÜZELLİĞİN ASIL BULUNDUĞU YER SENİN İÇİNDİR.” Parçalı aynaya baktıkça dağılıyordu ufak ufak yüz hatları. Birkaç kez dikkatli bakınca bugün ne kadar canlı olduğunu gördü. Bir şeyler değişiyordu içinde hep olmasını istediği gibi.