Çavuş abiyi gördüm uzaktan. Her zamankinden daha aceleci davranıyordu. Bir yerden bireye yetişmeye değil bu sefer hızla kaçar gibi gelmişti. Hemen oturdu masaya.

-Ne var ne yok Eda?

-İyiyim abi. Bugün erken geldin acelen var gibi.

-Çok az vaktim var Eda. Yoksa bende isterdim sallanmayı. Bizim erler yeterince yordu bugün beni.

Saat akşam sekiz sularıydı. Genelde ondan önce gelmezdi. Eğitim çavuşu olmuştu askeriyede en zorlu sınavların verildiği yer. Hayatı bu kadar sevmesine neden karşılık sanki ona sevmesin diye bu meslek verilmişti.

-Olur mu öyle Çavuş abi, tabii ki istediğiniz zaman gelebilirsiniz. Hemen isteyelim mi tavlayı? Bende yeni geldim sayılır elimde bitiremediğim kitap kalmasın, dedim.

İki akşamda bir buluşurduk. Bazen çarşamba, bazen perşembe, bazen salı ama en sevdiğimiz gün cumartesileri olurdu. Tatil günün başlangıcı… Kim sevmez ki cumartesiyi.

-Şimdi sen isteme ben çağırayım şu oğlanı hem kahvede alırız yanına mis gibi de olur.

Burası bir taş han ismi de Taş Han’dı. En çokta ışıklandırmasına bayılıyordum Taş Han’ın, fenerler koymuşlardı dört bir yana ortada yüksekçe ikili fener duruyordu. Çevremizde beş masa daha vardı. İşte şimdi gelenler her akşam gelen iki yaşlı bir çift kahve içip sohbet etmeye bayılırlar. Böyle olduğu akşamlar daha keyifli geçerdi. Dolu olmayan masa yoktur gerçi az önce biri boşaldı. Yakında dolar. Garson çocuk gelmiş, Çavuş abinin istediklerini getirmeye gitmişti.

-Eda’cım. Bak şimdi sana öğreticeklerime iyi odaklan bu bir denge oyunu. Kaybetmeye niyet edersen kaybedersin eğer kazanmak için niyet koyarsan herkesten daha usta bir tavlacı olursun.

Tavla masamıza gelmişti kahveleri daha sonra getireceğini dile getirdi garson çocuk. İlk taşları dizmek için Çavuş abi taşları arkasında ellerinin içinde, siyah ve beyaz birer taşla birbirine kardı bana uzatarak seçmemi istedi; siyahı seçmiştim.

-Talihsiz günündesin tersinden başlayacaksın oyuna.

Taşları üçerli, beşerli ve ikişerli dizdik. Nasıl tanıştığımıza gelince; Ben yine bu Taş Han’da çalıştığım şirketteki elliden fazla faturaları bilgisayara geçirmiş dinlenecek yer ayırıyordum. İş yerindeki arkadaşımın tavsiyesiyle buraya gelmiştim. Uzun saplı kol çantamdan çıkardığım kitabımı okumak için, masalardan birini kendime yer olarak seçmiş, o sırada Çavuş abi yeni gelmişti. Masasında tavla oynayacak birini arar gibi etrafına bakınıyordu. Neredeyse tanımadığı müşteri yoktu. Benimle göz göze geldiğinde anlaşmış gibiydik. Eliyle masanın diğer tarafını göstermişti. Ben oyunu bile bilmiyordum, neden oynamak istediğimi bile anlamamıştım sadece kafamı dağıtmak isteği aklıma yatmıştı. Kalkıp onun masanın oturmuştum aradan iki ay geçmişti ki artık alışmış her gün geliyordum taş hana, her seferinde bana hikâyeler anlatıp etrafımızdakilere de bize ayak uydurmasını sağlıyordu Çavuş abi. Bir nevi şahsına münhasır fasıl grubuna benzemiştik.

Öncelik Çavuş Abideydi. Elindeki zarları fırlattı taşların dizili olduğu tavlaya. Bir bir gelmişti. Yüzü ekşimiş halde,  kapıyı oluşturmuştu hemen:

 -Hep yek terk etti herkes seni tek tek.

İlk defa söylemişti bunu. “Af buyur Abi? Anlamadım dediğini?” Benim afallamış yüzüme gülümseyerek bakmaya başladı. Etrafımızdaki garson çocuğunda bir gözü ve kulağı sürekli bizde olurdu o atladı hemen: “Tavlanın manileri bunlar ablacım her gelen zarın ismi ve bazılarında manileri var.” İçimden bir sürü düşünce ve sıkıntılı hâl dolaşmaya başlamıştı demek bu oyunda aynı hayata benziyordu. Ne niyet edersen o şekilde devam ediyordun. Birazcık da şansına güvenmeliydin. Şimdi sıra bana geçmişti zarı attığım gibi beş üçü gördüm. Çavuş Abi atladı. “Pencü se severler güzeli genç ise.” Ben yine afallamış Çavuş abinin suratına böm böm bakıyordum. “Bakma öyle suratıma görende tavlayı hiç oynamamışsın sanacaklar, kapı yap hemen” dedi. Hem dalga geçip hem de eğleniyordu, benim hayat seçimimde buydu. Hâlâ hayatın acemisi ve bilinmezliklerine şaşkınlıkla bakıyordum.

Sıra ona geçmiş çevremizdeki masalar gözlerini bize dikmişti. Yüksek sesle her attığımız zarın ismini söylüyor veya manileri ortaya atı veriyordu. Herkes Çavuş Abinin hararetli hareketlerine bakıyor ve eğleniyorlardı. Sırayla ilerledikçe; se yek, carüse, dü yek, dü beş, penci car, dü şeş… Köşeye sıkıştırmıştı kendi taşımı onun bölgesinden bir türlü çıkaramıyordum sürekli o taşımı kırıyordu. Garson çocuk sonunda kumda yapılmış Türk kahvelerimizi getirmişti. Çocuğa yalvarır gibi baktım: “Yardım et ben burdan çıkamıyorum Çavuş abi yine benimle dalga geçip yerden yere vuracak.” Garson çocuk kıs kıs gülmeye başlamıştı, “Yok ablacım sonra Çavuş abi beni de paralar ikimizi birden altımızı üstümüze getirir.” Çavuş abiye baktım hiç sırıtmıyordu aksine sinirlenmiş gibi ciddi bir tavır içine girmişti. Türk kahvesinden yudumladı: “Otur oğulum baştan ikinizle birden oynayacağım.” Gerim gerim gerilmiştim. Garson çocuk hiç şaşmadan oturdu belli ki alışkındı. Baştan oynamaya başladık fakat sürekli yeniliyorduk. Garson çocukla bile bir dengeye gelememiştik. Çavuş abi yine çok ciddiydi. Artık yenmekten sıkılmış hali gözümüzün önünde can çekişiyordu. Garson çocuk:

-Abi affedersin sürekli yeniyorsun ben artık müşterilere baksam iyi olucak.

-Git, hadi git. Hatalarınızdan aldığınız dersleri sürekli aynı hatalara tekrarlayarak bulmalıydınız. Zahmet etmeye girişmemeniz beni üzüyor. Ne zaman ki yorulacaktınız oyundan o zaman bırakırdınız. Yenilmeye tahammül değildi sizinki. Gözünüzle oynadığınız oyunun dengesini bir türlü görememenizdi. Başladığınızın sonunu getirmediniz. Yenildiniz tekrar yenildiniz. Tekrarlar bunu bozar. Sizi de bozmasına izin vermemeliydiniz. Çıkar yoktur yardım isteseniz bile başaramadınız.

Çavuş abi şiir gibi konuşmuş bizde baka kalmıştık. Kendime söylenmeye başlamıştım. Ne diye gözümün önündeki taşları kollamıyordum ki uzaklardakine takılı kalıyordum. Onların orada hapishane de olması beni korkutuyor kendimi bulunmaz işin içinden çıkılmaz sanrılarımla kalıyordum. Hayır onlara da takılsam kendimi korumanın başka türlü yollarını bulmalıydım. Kapılar önemliydi bu oyunda nereden açık vereceğini de iyi hesaplamalıydın. Kapılardan geçişine de izin vermeliydim. Bir dengeyi kafamda kurmayı başarmıştım.

Tekrar son el oynamaya başladık Çavuş Abiyle. Tekrar sırıtmaya başlamıştı nedeni çok iyi anlıyordum. Ben ise oyuna odaklanmış kapılarımı kurmuş taşların teker teker onun geçişine izin veriyordum ki son hamlesine izin vermeden taşını bu kez ben kırmıştım. Bütün taşlarımı kendi bölgeme toplamıştım son dört taşa kalmıştık. Sıra Çavuş abideydi. Son zarlarını attı ve çift geldi bütün taşlarını topladı. Yine şansımı bulamamıştım.

 Çavuş abi artık gidiyordu. Ne kadar umutla dolu olduğunu görebiliyordum. Bana bakıp:

-Oldu oldu, bu sefer daha iyiydi Eda hanım. Bizim erler sizin ikinizden de kötü.

Son söylediği sözle içim rahatlamış mıydı? Elbette. İlerleme kaydetmiş olmak beni inanılmaz mutlu etmişti. Şansımı kendime yaratmayı öğrenecektim bir gün.